top of page

Film İncelemesi- Mother! (2017)

Güncelleme tarihi: 11 Mar 2021

Konuk yazarlarımızdan Yağmur Akarsu'nun incelediği film "Mother!" sizlerle. Keyifli okumalar!


Çıkışının üzerinden neredeyse 2.5 yıl geçmiş olmasına rağmen, Mother! hala sinema dünyasında aşırı tartışmalı bir film olarak anılıyor. Darren Aronofsky’nin yedinci filmi olan film, şaşırtmayan bir biçimde yine psikolojik bir gerilim. Hangi ipleri nasıl çekmesi gerektiğini bilen Aronofsky için artık psikolojik gerilimler fabrika ayarı sayılsa da, Mother!’da bu sefer gerilim apayrı işlenmiş. Önden uyarı, çok spoiler içeren bir yazı bu.


Önce film hakkında bir şey bilmeden izlediğinizde, bitince içinizde bir kaç saat boyunca tavana bakıp “Az önce ne oldu?” deme hissi uyandırıyor. “Bunlar kim? Niye böyleler? Neler oluyor?” Soruları bitince genellikle insanlar interneti açıp “Mother! Explained” yazmayı tercih etti. Tek bir cümleyle hayatınızın son iki saatinizin mükemmel bir şekilde açıklanması ironik olsa gerek. Ama Aronofsky filmlerinin basit bir şablonu olabilir zaten bu: “Az önce ne oldu?” sorusunun bir cümle veya kelimeyle cevaplanıp, bütün filmi mantıklı hale getirmesi.


Ama önce bir şeyden haberi olmayan izleyici gözüyle filmi izleyelim.


Film başladığında, isimlerin değil; karakterlerin olduğu bir işin içinde olduğunuzu anlamanız çok da zamanınızı almıyor.


Jennifer Lawrence içine kapanık, çalışkan bir ev hanımı; Javier Bordem ise ilham arayan bir şairi canlandırıyor. Sakin bir ev, sakin bir evlilikleri var bu iki karakterin. Kadın kendini tamamen yaşadıkları yerin tadilatına vermişken, kocası ise ilham arayışındadır. Bütün bunlar bir misafirin gelişiyle değişecektir. Bir misafir, iki, üç, dört. . . Bu misafirlerin hepsinin geliş sebebi ise ortaktır: Şaire hayranlık duymak, hatta bir nevi tapmak. Kadın kendini evine vermişken, bunca misafir ise önden huzurunu bozar gibi görünür. Kadın evliliğinden hoşnut olmadığını fark eder, kocasıyla bunu halletmeye çalışır. Buraya kadar her şey klasik. Normalden uzak ama klasik. Zaman geçer, kadın hamile kalır. Misafirler bu sefer binlerce olmak üzere geri döner. Bebek doğar, öldürülür, kadın delirir, herkes ölür; film biter.


Çok da mantıklı gelmedi değil mi? Ama izleyici bunu gördü. Peki her şeyi yerine oturtacak olan o bir cümle ne mi?


“Tanrı ve doğa ana.”


Kısa, değil mi?


Ev, ekosistem. Doğa ana ekosistemi besliyor, her gün evi daha nasıl iyileştiririm diye bakıyor işe. Tanrı onu yarattı; tanrı bir şairdir, yaratır. (Filmde evin aslında adama ait olduğu geçmekte.) Gelen ilk misafir ise, Adem. Şair onu evde istiyor, ona ilham getireceğini umuyor. Ama kadın şüpheci. Sonra ise onun karısı Havva ikinci misafir olarak geliyor. Kadının şüphesi artıyor. Çünkü ona göre, Adem ve Havva ekosistemde kafalarına göre dolaşan iki yabancı. Eninde sonunda Şair’in üst kattaki çalışma odasında değerli bir eşyasına zarar veren çift, kattan kovuluyor. Şair, odanın kapısını mühürlüyor. (Tanıdık geldi mi?) Adama hayranlık duyan, tapan daha fazla misafir gelip kadın tarafından kovuluyor. Bütün bunlardan sonra, kadın kocasına isyan ediyor, evliliklerinden memnun olmadığını belirtiyor. Bu sefer, adam ona bir çocuk veriyor. Rahat bir dokuz aydan sonra ise, kaos başlıyor. Misafirler bu sefer binlerce olarak geri dönüyorlar, evin her yerini kaplıyorlar, yakıyor, yıkıyor, ölüyor, öldürüyor, önlerine çıkanı parçalıyor, alıyor ve kontrolsüzce artıyorlar. (Tekrar soruyorum, tanıdık mı?) Artık ciddi anlamda tapıyorlar Şair’e, her yere onun resimlerini asıyor, ismini haykırıyorlar. Ev artık bir ev değil; alevler, patlamalar, yıkım, çığlıklar içinde bir beton parçası. Artık sadece vahşilik var. Bütün bunların arasında, kadının bir oğlu oluyor. Tanrı’nın oğlu doğuyor. (Hz. İsa.) Kadın çocuğunu bırakmıyor, insanlara, Şaire güvenmiyor. Ama eninde sonunda insanlar onu ele geçiriyor, ona da tapıyor, alkışlıyor, çığlıklar atıyor. . . Ama aynı zamanda öldürüyorlar. Ve kadın bu kadar şeyden sonra bile orada Şairin gözlerinin içine bakıyor, sadece “Onları affetmeliyiz.” sözünü duymak için. Orada anlıyor yapması gerekeni.


Ve doğa, böylece kendini, insanları ve ekosistemi yok ediyor.


Ama sonra yanmış bir halde uyanmış olarak buluyor kendini. Şair onu taşıyor.


“Senin suçun değildi. Hiç bir şey asla yeterli değil. Öyle olsaydı yaratamazdım. Ve yaratmalıyım. Benim işim bu. Olduğum şey bu. Şimdi tekrar deneyeceğim.”


Film, yoğun metafor ve sembollerle insanlara efsane bir eleştiri. Özellikle yedi günahın çoğunluğuna dikkat çekildiğini de belirtmek lazım: Öfke, Açgözlülük, Şehvet, Kıskançlık, Gurur, Tembellik ve Oburluk. Özellikle açgözlülük büyük bir kilit noktası filmde, günümüzdeki tüketici çılgınlığı da göz önüne alınınca. İnsanlar girmeden önce sakin ve mükemmel olan ev, insanlar girdikten sonra vahşi bir yığın oluyor sadece. Çünkü insan, en vahşi içgüdülere sahipken; düşünür. Bunun aslında her şeyin nedeni olabileceğini düşündünüz mü? Bunu ne kadar tehlikeli olduğunu görmek hiç zor değil aslında.


Mother! hiç bir zaman bir ev hanımı ve şairi anlatmadı; doğayı, Tanrıyı ve insanların doğaya ne yaptığını anlattı. En sonunda ise, doğanın insanlara eninde sonunda yapacağını.


“Sen beni hiç sevmedin ki. Seni çok sevmemi sevdin. Sana her şeyimi verdim, sen hepsini bir kenara ittin!”


Yağmur Akarsu

4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page